28 Kasım 2011 Pazartesi

gülücük gülücük

zor günler geçiriyorum azizim, bu dönemlerde koca bir kavanoz nutella ile, ya da bir paket (içinde birden fazla bulunan) bir browni intense -modası geçti ama hala ilk günkü gibi pozitif etki yapıyor- ile ya da bir kutu bonibon ile evimin gönlümün kapısını çalacak birileri varsa buyursun gelsin.

"Gitgide beklentilerimi küçültmemden nasıl bir ruh halinde olduğumu çıkarabildiniz mi".. hepsine razıyım işte.

Aslında bir bardak süt mısır da olur. Bir paket jelibon da işe yarayabilir.

Ya da yok insanlar doğal olsun bana, olmaz mı? Samimi olsunlar; içten, güleryüzlü.. Kin tutmasa kimse birbirine, olmaz mı? Küçücük bir tebessüme asık suratla karşılık vermeseler, azıcık içten gülmeye zorlasalar kendilerini. İçlerinde bir parça iyilik mutlaka vardır. İyi olmaya çalışsalar bir kere de. Kırmamaya, hatır saymaya, hal hatır sormaya, karşılıksız bir iyilik bir tek gülücük, sıcacık bir bakış, sımsıkı bir sarılmayla karşılasalar zor günlerinde sevdiklerini ? olmaz mıı?


tamam kabul..
Şimdilik bana bir kutu bonibon alacak birini bulmak daha kolay...

21 Kasım 2011 Pazartesi

yıllardan, epey önce..



Sabaha karşı uyanıyorum, yorganım yatağımın içinde tortopak olmuş, üşümüşüm sanki biraz. Pencerem yatağıma paralel duruyor, uyandığımda kalın perdemin arkasından süzülen incecik güneş ışığını istesem de göremiyorum. İçeriden yine mis gibi çörek kokuları, annemin o ince despot sesini duymadan hemen önce burnuma geliyor. Kalkamadığım yatağımdan çörek kokularının yardımıyla bir zıplayışta ayrılıyorum.

Her gün olduğu gibi, alelacele, özensizce toplayıveriyorum yatağımı. At kuyruğu yapıyorum saçlarımı. Tam da annemin bir hışımla kapıyı açıp daha kalkmadın mı bakışıyla fırlayıveriyorum odadan. Boğazım nasıl da kurumuş. Bir bardak suyla kuruyan boğazımı ıslatma arzusuyla mutfağa adımımı atmamla paparayı yemem bir oluyor.
-Kırk bin kez söyledim sana dimi, yüzünü yıkamadan mutfağa girme diye!
O da ben de biliyoruz ki benim kırk bininci kez mutfağa yüzümü yıkamadan girmediğimi ve onun bunu kırk bininci kez söylemediğini.. Ama bu olayı kırk bininci kez söylemediyse de bu onun başka hiçbir şeyi kırk bin kez söylemediği anlamına gelmiyor.
-Kırk bin kez söyledim şu yediğin tabağı öylece mutfağa bırakma diye.
-Kırk bin kez söyledim sana..
Yüzyıllar da geçse, anneler hiç değişmiyor.

Bahar gelmiş kuşlaar, çiçekleer, böcekler. Kulağıma tatlı tatlı bir müzik geliyor.



İnsanlar kol kola geçiyorlar yanımdan. Mahalle her sabah ayrı güzel. Tatlı tatlı sohbet edenler, koşuşturan askılı, kare pantolonlu çocuklar. Ellerinde pazar fileleri, eşarplarını tavşan kulağı yapmış, pazar modunu almış ev hanımları. Dükkan önünde sohbet edip tavla oynayan göbekli bakkal Halit amca, kel ve şişko kasap Nuri abi, kısa boylu, güleç suratlı, gür sesli manav Ahmet dayı. Tam önümden sütçü Remzi geçiyor arkasından koşturan çocuklarla. 3.kattaki Ayten teyze sallandırıvermiş poşetini aşağı, 1 ekmek, 1 paket yağ, 2 yumurta. Az ilerden mahallenin en çok konuşulan ismi eteksiz Huriye geçiyor. Aslında eteği var da bacaklar uzun, ondan.
Tatlı gürültü bu mahalleden  hiç eksik olmuyor. Efil efil esen rüzgarda dans eden koca gövdeli koca yapraklı çınar ağaçlarıyla dört bir yanı kuşanmış güzelim mahallemden.





Yürüyorum yol boyu, üzerimde dizlerime kadar inen, kırmızı üzeri beyaz puantiyeli, uçları dantelli bir elbise. Kıvır kıvır saçlarımı at kuyruğu yapmışım, alnıma kahküllerim dökülmüş. Önceden kararlaştırdığımız saatte, okula doğru giden yolun kavşağının başında buluşuyoruz 4 arkadaş. Kol kola girip kıkırdaya kıkırdaya geçiyoruz dükkanların önünden.

Böyle daha ne yollar geçiyorum.
Kendi dünyamda nerelere gidiyorum.
Bilmem


4 Kasım 2011 Cuma

Study. . .stud. . .stu. . .st. . .s. . .sl. . .sle. . .slee. . .Sleep


  -Artık gevşek ve gevrek bir gün yaşaman gerektiğinin farkında mısın?.Hayatın böyle geçmeyeceğini anla ve depresyonla karışık bir sürmenajın eşiğine gelmişken, birgünlük kendine tatil ver!
- Hazır bu kadar şaşırtıcı derecede farkındalığın coşmuşken, ders çalışman gerektiğinin de farkına varamaz mısın?
-Hayır co, haftalardır çok yoruldun, bir arefe tatili yapmak senin de hakkın.
-Ama bayramdan sonra abinin nişanıydı, bayram telaşesiydi derken ne ara çalışacaksın, boş gününü bulmuşken yumulsan ya!
-Ya bayramda daha çok yorulacaksın. Vücudunun dinlenmeye, film izlemeye, biraz kitap okumaya, sabah kaçta kalkacağım yine mi geç kaldım demeden fosur fosur uyumaya, arada bir rüya görmeye ihtiyacı var. Hiç mi merak etmiyorsun be sanal alemde, tv de neler oluyo?!
-Sanal alemde, tv de neler olduğunu merak edemeyecek kadar 3.sınıf öğrencisisin sen!
-?!?...



İçimdeki tembel ve çalışkan bal böceklerinin seslerini aynen bu şekilde duyuyorum. Birkaç saat dinlenip bir film izleyip biraz kitap okuyup ders çalışacağım,
adam olun
her şeyi kararında yapmayı öğrenin.



2 Kasım 2011 Çarşamba

Hak'sız'ım.


Hak yiyen, yanlış yapan  ve yapılana göz yuman birilerini gördüğünde içinden o kişilere olanca gücünle haykirmak, isyan etmek gelir; haksızlığa ses çıkartmak, müdahale etmek istersin. Çünkü hissettiğin asil sey üzüntü degil, 'hiddettir'. Fakat yapamazsın, sustururlar. Hazmedilmesi en zor olan şeydir işte bu. Nereye gidersen git, her yerde; hak, insan olmakla, adalet güçle orantılıdır.

Mesela ben; bana dokunmayan yılan bin yaşasın diyemedim hiçbir zaman. Hep bir güçsüzün yanında olmalıyım mottosu hakim oldu yaşamıma. Ondandır öğretmenlerim lisede hep, kızım sen avukat ol hiç düşünme mesleğin hazır derlerdi. Tabi ben iktisatçı oldum, avukat olaydım iyiydi.

Yakın bir arkadaşım vardı küçükken, hatta en yakınım. Hafif safça bir kızdı, iyiliğindendi saflığı. Ancak biraz fazlaydı. Ben ne kadar yırtık, konuşkan, erkek fatma havasındaysam, o da o kadar çıtkırıldım, hayır diyemeyen, sürekli gülümseyerek dolaşan bir kızdı. İnsanlar bayılır azıcık narin gördüğünün tepesine çıkmaya, sen birine pardon ya da kusura bakma ile başlayan kibar bir cümle kurmaya başlıyorsan, daha baştan yanarsın, fark edilir çünkü karşıdakinin yüz ifadesindeki değişim (tabi senin gibi düşünen biri değilse). Ezebilirim ben bunu düşüncesi yayılır beyinlerine. Böyle insanlar varken etrafta bu kızcağız ne durumlara düşerdi, bilemiyorum.
Ciddi bişey söylerdi dinletemezdi kimseye, sessiz sakin diye tepesine çıkardı herkes, üzülürdü garibim. Ben de bunu hep gazlardım, istemediğin bişeyi istemiyorum demekten kaçınma, birine kızdıysan kırıldıysan sözlü olarak uyar, git derdini anlat içine atma gibi sözlerle kendine getirirdim arkadaşımı. Hatta olur da önümde zor duruma düşürürlerse kızı, hemen müdahele ederdim. Hani tam şu tipler vardır ya, sen onun avukatı mısın diye sorulan, evet işte aynen o tiptim ben. Ama sırf koruma içgüdüsüyle.
Sonra bu kız zaman içinde çok değişti, daha dobra oldu, daha kendine güvenli, daha dediğim dedik. Tabi ben bu değişimin etkilerini kendi üzerimde göreceğimi hiç düşünmemiş olmanın verdiği şaşkınlıkla bazı tavırlar karşısında ne yapacağımı bilemez hale geldim zamanla. Özgüveni artan arkadaşım yıllardır insanlardan çıkaramadığı acısını tamamen benim üzerimden çıkarma imkanı bulmaya çalıştı aklınca. Sonra farkettik ki o da bende hayatımızda birçok etkiye sahip olmuşuz; o kendi hakkını savunabilmeyi öğrenmişti, ben de birilerinin hakkını savunabilmeyi.
Cesur olmak kötü sonuçlar da doğurabiliyor bazen, bu sadece ikili insan ilişkilerinden bir örnek. Belki de insanlar susmaya bu yüzden bu denli alıştılar, yolda kocası kadını bıçaklarken yardıma koşmadılar, birisi birisini gözgöre göre kandırırken sustular '' aman benim başıma gelmedi ya'' dediler.

Düşünüyorum da bizler lise sıralarında müdür haksız yere arkadaşımızı azarlarken, suçu üzerine alıp ''ben yaptım hocam'' demiş bir neslin çocuklarıydık

Şimdi de göz göre göre haksızlığa hataya yanlışa göz yuman bir toplumun gençleriyiz.

Zaman kötü.