25 Haziran 2012 Pazartesi

sondan bir önceki.

  Yarın akşam abisinin kına gecesi olan bir kız ne yapmaz diye oturup düşünseler, ilk akla gelen şu yaptığım olurdu. "Oturup, hiç işi gücü yokmuş gibi, oraya buraya yazı yazmak." Ama bilirsiniz ben, ne zaman ne yapacağı belli olmayan bir bal böceği olarak, şu yaptığım üzerine bile daha fazla tartışmadan direk konuya girmek isterim.

Uzun zamandır ne yaptığım ve önümüzdeki uzun zaman diliminde ne yapacağım hakkında uzun uzadıya yazmak çizmek gerekeceğinin farkındayım fakat şimdilik pas geçiyorum, asıl şu an bilmeniz gereken, heyecanlı ve telaşlı, mutlu, birazcık buruk ama daha çok eli ayağına dolaşkan çiçeği burnunda bir görümce olarak bilmenizi istediğim tek şey, şu düğün hazırlıklarının bir çeşit ömür törpüsü olduğudur.

Bilmenizi istediğim bir şey daha var, tam çaprazımdaki askıda kınada giyeceğim şahane şey, kına gecesinde çalacak müziklerin klasörünün yer aldığı bir masaüstüm, frenchi yeni yapılmış ve kurumakta olan tırnaklarım ve düğün sonrası viyana macerası boyunca muhtemelen sırtımda olacak sırt çantası odamın kapısından bana gülümsemekteyken hepinizi selamlıyorum.

avucumdaki kınayla dönücem aranıza, görüşemezsek kendinize hakim olunuz.

saygılar.

16 Haziran 2012 Cumartesi

following fifteen years...

Bu satırları sana odamdan yazıyorum. Penceremde müthiş bir manzara var, biraz önce duş aldım saçlarım hala ıslak, baya uzadılar aslında, yakında omuzlarıma gelecekler. 
Her neyse.
Sen nasılsın? Demir ilacına devam mı? 
Aksatma, solmasın yüzün. 
Ben ilaç almaya bile vakit ayırmak istemiyorum. Burada günler harika geçiyor. Bu sabah yağmurun sesiyle uyanmak öyle güzeldi ki. Önce özenle duşumu aldım, sonra bir fincan türk kahvesi pişirdim. Baktım olacak gibi değil, kayıtsız izleyemeyeceğim yağmuru, attım kendimi dışarı. Boş sokaklarda yürüdüm. Islandım. Sırılsıklam oluncaya değin yürüdüm. Sonra hava açıverdi birden. İnsanlar yavaş yavaş sokaklara doluştu. Bir iki sokak çalgıcısı da şenlendirmeye başladı sokakları. Bense doyamamıştım yağmura. Bi kafeye sığındım. Yağmur bulutlarının tekrar güneşi gölgelemesini bekledim. Rabbim içten dileğimi işitmiş olmalı, bu defa kuvvetli bir fırtınayla gönderdi yağmuru. Yine sokaklarda tek başıma kalmıştım. Kollarımı açtım ve rüzgara bıraktım vücudumu. Kah yağmur kah rüzgar oluyordum. Sokaklarca savruldum böylece. Sonra rüzgarın uğultusuna kulak kabarttım. Sanki birkaç sokak ötedeydi uğultunun kaynağı. Takip ettim. Uğultu bir çınar ağacından geliyordu. Yanına gittim. Ne rüzgar kaldı sonra ne yağmur, ne de uğultu. dirilten bir dinginlik. Evimi, odamın karşısındaki çınar ağacını hatırladım. Gülümsedim...
bunları bildiğini biliyorum.
ne de olsa birbirimizden kilometrelerce uzakta aynı hisleri paylaşabiliyoruz hala.

Ama ben, aklımın herhangi bir sokağından geçen hiçbir hatıranın o sokakta kalmasına izin veremedim. Denedim ama yapamadım. Hatıraları aklın bir köşesinde bırakmak, yıllarla beraber acı yükledi bana. Ben de hepsini çöpe attım. Artık hiç birikmiyorlar. Belki doğru değil bu. Ama yeri geliyor, umursamayan kadını oynaman gerekiyor. 

Şimdi geldiğim nokta, lila çiçekli nevresimlerle kaplanmış bir yatağın üstü. Ruhum çalkalanıyor bazen. Duvarlar yoldaşlık ediyorlar bana. Bazen sanki bu yatakta hiç uyumamışım gibi hissediyorum, bazen de başka hiçbir yer benim odam yatağım olmamış. Hiç kimsenin beni merak etmesini önemsemiyorum, çünkü zaten  ''akşam ne yedin'' diye soran yok. Uzun zamandır kimse, yediği çağlayı canım çekince, hadi gidip sen de alsana diye ısrar etmedi bana. Kimse benim çağla yememi önemsemedi, her gün arayıp ne yiyeceksin akşam demedi. İşteyken, her öğlen ne vardı yemekte diye sormadı. 15 yıl geçti aradan, yıllar önce olduğu gibi işte, bazen böyle çalkalanmaya başlar ruhum huysuz çocuklar gibi.
 
Eğer bir gün, olur da bir gün geri dönersem diye, anılarında yaşayan beni bekleme olur mu...O gelmeyecek. Mektuplarımı gönderdiğim defterin arasına sakla, 15 yılın bilmeni gerektirdiği her şey orada. Hatıraları unut, canlı kalan tek şey mektuplar. Döndüğümde bana yabancılık çekmeyesin.
senin yanında el gibi olmak istemem.. 


hasretle 

...


4 Haziran 2012 Pazartesi

duygular hep karmaşık.

Sanki başka işim gücüm yokmuş gibi, şimdi oturup bunları yazdığıma inanamıyorum.

Naber abi ? Biraz önce dolabını tekrar açıp, boş olduğunu gördüğüm ve duygu patlaması yaşadığım ana kadar ben de iyiydim. Saçmalamaya başlayacağım sanırım, uyarayım dedim. Her zamanki gibi umursamayabilirsin.
Zaten yazıyı okuyabileceğini de sanmadığım için yazıyorum tüm bunları.. Karşında durup sana bunları anlatmamı bekleyecek halin yok ya. Anlatamam da zaten…

  Neyi özledim biliyor musun? Bilmiyosun tabi, bilmezsin. Muhtemelen yeni işyerinde seni ne gibi sürprizlerin beklediğini, maaşının hesabına yatacağı günü nasıl iple çektiğini, düğününde seni nelerin beklediğini, evli ve düğünlü bir adam olduktan sonra ne halt edeceğini düşünüyorsundur. Düşün tabi…

  Seninle en son ne zaman abi-kardeş konuştuk hatırlıyor musun? Boşver, ben de hatırlamıyorum. Umursamazın tekisin sen çünkü.. Ha senden aşağı kalır yanım yok aslında; abisinin kardeşiyim ne de olsa ama, az daha yumuşak bi odunum ben, ama sen odunun önde gideniydin her zaman, hatta filama taşıyanı.

   Sahip olduğun herşeye özenirdim. Misketlerine, oyuncaklarına, köyde yaptığın tekerleri köy lastiğinden, gövdesi tenekeden, direksiyon yerinde uzun kavak sopası olan arabalarına, tasolarına, herşeyini biriktirdiğin o tahta sandığına bile.. Çocukluğum seninle evimizin arka bahçesinde top oynayarak geçmiş olabilir, doğrudur. Ama arkadaş bulamadığın zaman benle idare ediyordun ve ben belli etmesemde bundan büyük keyif alıyordum.
  Eski evimizdeki küçük yazı tahtamızda senden öğrendiğim 4 işlemin bana büyük faydasının olduğunu inkar edemem. Sırt çantalarımızı ön tarafımıza doğru takıp, gitar yaparak söylediğimiz ayna şarkılarında her seferinde sen aynanın solisti ben de o kel adam olsam da, göz yumuyordum bu duruma. İnce ve en güzel çatalı almak için birbirimizle yarıştığımızı unuttuğunu söyleme şimdi, en saçma sapan anılar en çok akılda kalandır. Dolaptaki bir dilim pastayı yememem için yaladığını söyleyip tiksindirdiğini de sanıyorsan yanılıyorsun abiciğiim, tiksinmiyordum ve onu yalamadığını abim olduğunu bildiğim kadar iyi biliyordum. En büyük eğlencesinin ataride tank, marıo, street fıghter oynamak olan iki kardeşten beklenebilecek en son şey çok iyi anlaşıyor olmalarıdır aslında. Hayır hiç anlaşamıyorduk biz senle, sadece senin benden benim senden başka oyun arkadaşım olmadığı zamanlarda tahammüle sorluyorduk kendimizi.
Beni çok kızdırmayı başardığın olmuyor da değildi hani, sonunda yine zararlı ben çıksam da bir şekilde intikamımı alıyordum senden, sinirimi yüzünü cimcikleyerek aldığım günün hemen ardından okulda yüzündeki tırnak izleriyle fotoğraf çekinmek zorunda kalman bana pahalıya patlamıştı.

    Çocukluğumuzun tatlı anları sen askeri okula ben yatılı okula gidene kadardı..İkimiz de büyüdük, aylarca yüzümüzü göremediğimiz, konuşamadığımız zamanlar oldu. Öyle kii özlemeye, merak etmeye, konuşmaya ve görüşmeye gerek yoktu. İkimiz de birbirimizden uzakta iyi olmamızı dilediğimizi ve sevildiğimizi iyi biliyorduk.

Ve sonunda benim üniversite yıllarım, senin iş hayatın, bize çaktırmadan büyüdüğümüzü gösteriyordu aslında. Ama ben, sen bu evden gidene dek büyüdüğümüzü kabul etmek istememiştim

   Şimdi evli bir adam olduğun ve artık Kütahya'da yaşayacağın, başka bir ailenin başka bir hayatının olacağı gerçeği beni üzüyor mu mutlu mu ediyor bilmiyorum. İkisi de değil. Pılını pırtını toplayıp düğünden önce defolup gitmeseydin böyle olmayacaktı koca kafa. Düğünden sonra yorgunluktan gittiğinin farkına bile varamayabilirdim çünkü..

Ama tabi sen tüm bunları bilmiyorsun, şu an muhtemelen yeni evinin perdelerini asıyorsundur.
senin odanın perdeleri hep açık,
gelirsen ben her zamanki pc başında odandayım
kalk dersen kalkmıycam bu sefer.
koca kafa.