25 Ağustos 2013 Pazar

işte yine aynı yerdeyim


sanki koca bir yıl geçmemiş de, ben bu sıcak ve kahve kokan dükkandan hiç çıkmamışım. hayatım kaldığı yerden devam ediyor gibi. Birazdan eve gideceğim. Sabah erkenden kalkıp taze çörek kokan tandıra ineceğim. Köy kahvesindeki amcalarla gençliğimin kıymetini anlayana kadar sohbet ettikten sonra tarlalara yaylaya dolaşmaya gideceğim. Tekrar eve döneceğim ve taze fasülye ile karpuzdan mütevellit akşam yemeğimi yedikten sonra buraya, bu sıcak ve kahve kokan dükkana geleceğim. Ve bir kaç saat sonra yalnızlığımı özleyip eve döneceğim. Ve gerisi çorap söküğü gibi gelecek.

kaldığım yerden devam edeyim öyleyse..

Ayaklarımda yürüyen minik karıncaları umursamıyorum. Bahçeden topladığım domateslerle kahvaltı yapıyorum. Balkonda ayaklarımı uzatıp batan güneşi ve hemen önümde uzanan sokakta, oyun oynayan çocukları izliyorum; 15 sene önce benim de aynı sokakta aynı oyunları oynadığımı hatırlayarak. Güneşin karşısında sakin ve sessizce ara sıra karıştırılan soğan misali hafif hafif pembeleşiyorum. Kitabımı okuyorum. Daha doğrusu, hemen yanımda beni dinlemek için bekleyen babaannemle birlikte okuyoruz. Babaannem, okuma hızıma yetişemiyor, bazı şeyleri tekrar soruyor.Kız neye üzülmüş ki bu kadar. Bilmem, diyorum. Gözlerim yoruluyor. Aşağı iniyorum. Yavru bir kedinin hayatını kurtarıyorum. Kardeşime acıyı anlatıyorum ve o'ndan mutluluğu dinliyorum. Kardeşime ve arkadaşına sakızlı dondurma ısmarlıyorum. Babaannem, kendi parasıyla ısmarlanan dondurmayı yiyen çocukları izlerken  gülümsüyor.

''Seni nasıl böylesine hırpaladılar? aşk sözcüğünü duyar duymaz karmakarışık korkulara kapılıp gitmene; iki insanın birbirine en yakın olması gereken zamanlarda, uçuruma yuvarlanır gibi kendi içine dönmene; bakman, istemen ve sorman gerektiğinde başını eğmene; bedenin çırılçıplakken kafanı yastıkların altına gömmene kim neden oldu? senden neyi esirgediler?''*

sonrası, aynı kitaptaki gibi...
huzurlu ve bitimsiz bir suskunluk oluyor.

* aslı erdoğan /mucizevi mandarin

























13 Ağustos 2013 Salı

hani


hani böyle akşam 7 sularında kalabalık bi caddede yürürsün, sanki beyninin içi pamukla doluymuş gibi, bomboş düşüncelerle, huphuzurlu..
her adım atışında, kulağına gelen o muhteşem melodiye biraz daha yaklaştığını hissedersin hani,
merak eder, adımlarını hızlandırırsın..
köşeyi dönünce görürsün ki; genç bir adam, adını bile bilmediğin bi müzik aletiyle o güzel sesleri çıkartıyo olur ve sen dans etmek istersin.
istemsiz olarak ellerini şıplatarak tuttuğun ritmle; gelir tam önünde durursun hani gözlerin kapalı,
sonra gözlerini açar açmaz müziğin sahibi güzel insanla gözgöze gelir, bir anda müziği unutup ''ohaağğğ'' dersin hani içinden..
biraz önce dans etmeyi düşünen sen değilmişsin gibi öylece kalakalırsın yerinde.
hani sonra o, içten içten gülümser; sen de eşlik edersin..
sonra da sanki gitmen gerekiyormuş gibi ayaklarına söz geçiremezken, biraz gittikten sonra tekrar dönüp bakarsın,
ve o güzel insan da hala, gülümseyerek, sana bakıyo olur ya hani.
işte aynen öyle oldu bugün.


niye durmaya devam etmedim ki; şahane bir ikili olabilirdik oysa...

 sokaklarda müzik yapıp dans edebilirdik.






6 Ağustos 2013 Salı

tamir bizim işimiz.


Birkaç gün önce güçlü yönlerim hanesine 'yürürken kitap okuyabilmek' maddesini eklemem beni baya mutlu etmişti. Düşünsenize. Hangi insanın kartındaki güçlü yönleri hanesinde 'yürürken kitap okuyabilmek' vardır ki.. Bu, ileri havaifişekçilik gibi az bulunur ve havalı bir yeteneğe sahip olmak gibi bir şeydi sonuçta.
Ne yazık ki işe yaramazlık duygusunun pusuda yatıp günün en savunmasız anında insanın üzerine atlayabileceğini unutmuşum.
Ofisteydim. Bölge yönetmenim bilgisayar başında raporları hazırlarken, beni yazıcıdan çıkacak diğer raporlarımızı yanlışlıkla sahiplenecek insanları misillemem ve bir yandan da açık kapının ardından duyulan müdürler tartışmasına kulak misafiri olmam için  fotokopi makinaları ve yazıcı dizisinin hemen önüne yerleştirdi. Konumum çok stratejikti. Yazıcılar, avrupa ile asyayı birleştirir gibi müdürün odasıyla masaları birleştiriyordu.
Bir noktadan sonra sıkıldım ve önümde arızalı yazan yazıcıyı kurcalamaya başladım.
Bir abi bana doğru yaklaştı ve
"Yoksa sen tamir işlerinden anlıyor musun!???" dedi.
Bir an sessizlik oldu ve herkes kafalarını kaldırıp gözlerindeki soru işaretleri ve bir miktar da beklentiyle ağzımdan çıkacak kelimeleri beklemeye başladı.
"Aae.. Ev..et.. Biliyorum. Yani ben. Birazcık. Şey yani. Babam tamir eder böyle. Hımm. Ben de. Çok değil. Az ama.  Yok abi.. a ay beyfendi."
Ve gerçekten de ne yaptığımı çok iyi biliyormuş gibi bir havayla bir yandan makinanın kapağını kaldırırken diğer yandan arkasındaki kabloları kurcalamaya başladım. Bir fizik problemi çözüyordum sanki. Kaşlarımı eğdim. Dudaklarımı büktüm. Anlama sesleri çıkarttım. Diğer elimle saçlarımı kaşıdım.
Ama hayır işte. Olmuyordu. . Daha önce tamir ettiğim ufak tefek şeylere benzemiyordu işte.
En sonunda renginin mavi olduğunu düşündüğüm kabloyu seçtim ve yerinden çıkararak temas etmiyor olabileceğini düşündüğümü gösterircesine tekrar takmak için elimi kaldırdım.
Tam o sırada yanımda Yazıcıyı Tamir Etme Görevlisi belirdi ve kurcaladığım kabloların hepsini yerinden sökmeden elimi havada yakalayarak,
"Kartuşu bitmiş" dedi ve diğer eliyle açıkta bıraktığım kapağın içerisindeki kartuşu alıp değiştirdi.
Hayatımda hiç bu kadar utanmamıştım..
Ve o an karar verdim..
Tamir yeteneğimi güçlü yönlerime eklemem gerektiğinden artık emindim.

4 Ağustos 2013 Pazar

üzgünüm billy.




Dün, cam kenarındaki tüm masaların dolu olduğunu görüp, cam kenarında yemek yeme isteğinizi o masalardan biri boşalıncaya kadar erteleyip, ortalardan bir masa seçip, her an kalkmaya hazır biçimde, kıçınızı sandalyenin ucuna yerleştirmiş olabilirsiniz. Bir süre geçince farkında olmadan kıçınızın sandalyenin tümünü kullanmaya başladığını görürsünüz. Yine oluyor. Hep oluyor. Elinizde değil. Bağlanıveriyorsunuz. Hiç olmayacak masalara bağlanıveriyorsunuz. Hayır efendim, bu kez kabul etmiyorsunuz. Bu masaya bağlanmadınız, derhal mekanı terk edeceksiniz.

Düşünsenize, çoğumuz, utanıp da acılarımızdan bahsedemiyoruz. Hemen ne kadar kırılgan olduğumuzu anlayacaklar diye ödümüz kopuyor. Hemen bizi üzenler, ne kadar üzüldüğümüzü bar bar bağırdığımız için bizi küçük görecekler diye eteklerimiz tutuşuyor. Ama, hepsini tek tek hakediyoruz. O yüzden, nasıl o cam kenarı olmayan masayı ve mekanı terk ettiysek, bu durumu da derhal terk ediyoruz. Bugün ne kadar üzüldüğümüzden bahsediyoruz, ne kadar ne kadar çok şeyler bekleyip, üstelik tek biri gerçekleşecek olsa, geri kalanları gözümüz kapalı ittirip gerçekleşene huzur dolu biçimde sarılacak olmamıza rağmen, şu an yastıklara sarılıp uyumalarımızdan bahsediyoruz. Bugün bir türlü üst üste aynı imzayı atamadığımız zamanlarımıza dönüp, her şeyi boşverebilmeyi nasıl da deli gibi özlediğimizden bahsediyoruz.

Öyle bir dönemdesiniz ki, kendi yaşadığınız şeyleri yaşayan birine sıkıca tutunacaksınız. Birbirinizin gözlerine bakacaksınız. Hiçbir şey konuşmayacaksınız. Çünkü sizler aynı şeyleri yaşamış olacaksınız. Kalp Kardeşliği. Gördünüz mü. Eğer üzüntünüzden bahsetmeye çekinseydiniz, birbirinizi hiç bulamayacaktınız.
O halde.
Demin de söylediğim gibi.
Bugün ne kadar üzüldüğümüzden bahsediyoruz.
Hadi bakalım.