Sabaha karşı
uyanıyorum, yorganım yatağımın içinde tortopak olmuş, üşümüşüm sanki biraz.
Pencerem yatağıma paralel duruyor, uyandığımda kalın perdemin arkasından
süzülen incecik güneş ışığını istesem de göremiyorum. İçeriden yine mis gibi
çörek kokuları, annemin o ince despot sesini duymadan hemen önce burnuma
geliyor. Kalkamadığım yatağımdan çörek kokularının yardımıyla bir zıplayışta
ayrılıyorum.
Her gün olduğu
gibi, alelacele, özensizce toplayıveriyorum yatağımı. At kuyruğu yapıyorum
saçlarımı. Tam da annemin bir hışımla kapıyı açıp daha kalkmadın mı bakışıyla
fırlayıveriyorum odadan. Boğazım nasıl da kurumuş. Bir bardak suyla kuruyan
boğazımı ıslatma arzusuyla mutfağa adımımı atmamla paparayı yemem bir oluyor.
-Kırk bin kez
söyledim sana dimi, yüzünü yıkamadan mutfağa girme diye!
O da ben de
biliyoruz ki benim kırk bininci kez mutfağa yüzümü yıkamadan girmediğimi ve
onun bunu kırk bininci kez söylemediğini.. Ama bu olayı kırk bininci kez söylemediyse
de bu onun başka hiçbir şeyi kırk bin kez söylemediği anlamına gelmiyor.
-Kırk bin kez
söyledim şu yediğin tabağı öylece mutfağa bırakma diye.
-Kırk bin kez
söyledim sana..
Yüzyıllar da
geçse, anneler hiç değişmiyor.
Bahar gelmiş
kuşlaar, çiçekleer, böcekler. Kulağıma tatlı tatlı bir müzik geliyor.
İnsanlar kol
kola geçiyorlar yanımdan. Mahalle her sabah ayrı güzel. Tatlı tatlı sohbet
edenler, koşuşturan askılı, kare pantolonlu çocuklar. Ellerinde pazar fileleri,
eşarplarını tavşan kulağı yapmış, pazar modunu almış ev hanımları. Dükkan
önünde sohbet edip tavla oynayan göbekli bakkal Halit amca, kel ve şişko kasap
Nuri abi, kısa boylu, güleç suratlı, gür sesli manav Ahmet dayı. Tam önümden
sütçü Remzi geçiyor arkasından koşturan çocuklarla. 3.kattaki Ayten teyze
sallandırıvermiş poşetini aşağı, 1 ekmek, 1 paket yağ, 2 yumurta. Az ilerden
mahallenin en çok konuşulan ismi eteksiz Huriye geçiyor. Aslında eteği var da
bacaklar uzun, ondan.
Tatlı gürültü bu
mahalleden hiç eksik olmuyor. Efil efil
esen rüzgarda dans eden koca gövdeli koca yapraklı çınar ağaçlarıyla dört bir
yanı kuşanmış güzelim mahallemden.
Yürüyorum yol
boyu, üzerimde dizlerime kadar inen, kırmızı üzeri beyaz puantiyeli, uçları
dantelli bir elbise. Kıvır kıvır saçlarımı at kuyruğu yapmışım, alnıma
kahküllerim dökülmüş. Önceden kararlaştırdığımız saatte, okula doğru giden
yolun kavşağının başında buluşuyoruz 4 arkadaş. Kol kola girip kıkırdaya
kıkırdaya geçiyoruz dükkanların önünden.
Böyle daha ne
yollar geçiyorum.
Kendi dünyamda
nerelere gidiyorum.
Bilmem
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder