13 Ocak 2013 Pazar

it's over!


Takvimler 2013 diyeli 13 gün olmuş, taslaklar tamamlanacak yazılarla dolup taşarken bir "yayınla" butonu kadar yakın durduğum şu sayfayı başka yerlerle aldatıyorum.
Yine bir pazar günü, dışarda yağmur yağmış, odamda bir final haftası havası.
Ders çalışmak, loreena mckennitt'in harika sesi eşliğinde daha bir çekilesi hale geliyor.

Her şey zaten, pazar gününü 11' e kadar uyuyarak değil de sabahın köründe uyanarak karşılamamla başladı.
Sabahın altı buçuğunda, o gün özellikle uyumanız gereken bir gün olduğu halde sebepsiz yere küt diye uyanıyorsanız, bir gariplik aramanız gerekiyor. 
Üşümemişseniz, odanız fazla sıcak değilse, tuvaletiniz gelmemişse, içerden uyanmanıza neden olacak sesler duymamışsanız, biri gelip sabah ışığının gözünüzü taciz etmesine neden olacak perdeyi açmamışsa, akşam herhangi bir duygu yoğunluğuyla değil standart bir durumda uyumuşsanız şayet, final haftasındaysanız yani geceleriniz yeterince uzun geçiyorsa ve o gün o saatlerde sınavınız yoksa, normal şartlarda uyanmamış olmanız gerekir. 
Uyandıysanız da bir neden aramaktan vazgeçin, muhtemelen standart dışı bir insansınızdır ve uyanır uyanmaz ben niye uyandım diye merak etmek, cevabı bulmak için yakın zamanınızı tümüyle sorgulamanıza neden olacaktır.
Merak etmedim, sorgulayasım da yoktu.
Çünkü canım koşmak istedi. evet evet! koşmak.

Uzun zamandan sonra spor yapmaya başlayınca beden ''noluyor lan?'' tepkisi veriyor ilk dakikalarda. Örneğin, dalak şişiyor, kalp deli gibi kan pompalıyor, kulaklar uğulduyor, akciğerler oksijenden boğulacak gibi oluyor ve bacaklardaki kaslar yorgunluktan çığlık atıyor.
Hiçbirini takmayıp kulağımda bağıran Thom'a içimden eşlik ederek koşmaya devam ettim.
Arabaların arasından koştum. Yeşil eşofmanlarıyla 70 yaşından sonra sağlıklı bir hayata merhaba diyen yaşlı bir amcanın hemen arkasından koştum, kendisini geçmek saygısızlık olurdu.
Belediyenin yaptığı dandik spor aletlerinde ''vici vici'' sesi eşliğinde pedal çeviren başörtülü teyzenin arasından koştum. Bisikletli iki yabancının, iş makinasıyla kaldırımları parçalayan beyaz saçlı amcanın, binaların ve diğerlerinin arasından koştum.

Tuhaftır ki insan koşarken, daha doğrusu spor yaparken kafasını gerçekten boşaltıyor. Çünkü düşünmeye çalıştığım hiçbir şeyin ucunu yakalayamadığımı farkettim. 
Bedenim çalıştıkça zihnim adeta duruluyordu. Acayip hoşuma gitti bu. Her fırsatta bunu yapmaya karar vererek eve dönmek üzere adımlarımı yavaşlattım.

Metronun hemen yanında, camında büfenin iç tarafından yazıldığı için ''aeva tl bulunur'' yazan yeni büfenin yanından geçerken, hala çizgi film izleyecek kadar büyümediğimi ama bazı şeylerin değişmesi için yattığımız koltuklardan kalkmamız gerektiğini bilecek kadar da olgunlaştığımı düşünürken, tandoğan metrosunun hemen yanına bir büfe fikrinin bu kadar geç akıllara gelmiş olmasına sinirleniyordum. 

Tam o köşede biraz soluklanmak için durdum. 
Hazır durmuşken, tam o köşede, bütün herşeye katlanıp, şansımı sonuna kadar zorlayıp, yayalara kırmızı ışığın yanmasına son 5 saniye kala yolun tam ortasına geçip kollarımı iki yana açıp, amerikan filmlerindeki süper güçlü kadın karakterlerin o tavır ve aksanıyla ''it's over!'' demeyi çok istedim..
İstedim, ama sonuç olarak, diyemedim.

Hala nefes nefeseydim. Koşmaktan falan değil. Aslında tek istediğim, bunu yapmamam gerektiği ile ilgili kendimi kandırdığımı nihayet görmüş olmanın heyecanıydı.
Eve gidip ders çalışmam gerekiyordu, bir pazar günü sabahın erken saatlerinde muhtemelen acil işleri olduğu için yollara düşen araç sahipleri uykulu ve bir o kadar da sinirliydiler, yeşil ışığa rağmen yolun ortasında kollarını açmış duran bir insana arabanın camını indirip, yüksek desibellerde söyleyecek birşeyleri elbette ki vardı, hava soğumaya başlamıştı ve yorulmuştum, bu deliliği yaptıktan sonra koşarak uzaklaşacak gücü kendimde bulamayabilirdim.Ve tüm bunlar yüzünden vazgeçtim. Keşke birçok şeyi  göze alabilecek biraz daha gücüm olsaydı.
O şeyi yapmak istiyordum, fakat yapamıyordum.
ve hayat her istediğimizi yapamayışlarımıza rağmen en az frambuazlı turta kadar güzeldi.

Şu an için yapabileceğim en mantıklıca şeyin ders çalışmak olması ne kadar acı. Daha acı olanı yapmak istediklerimi mantıklı ve mantıksız diye sınırlandırmak zorunda kalmam.
İçimden geleni, geldiği gibi yapmak varken, 
hele de şu günlerde.

Neyse, finaller diyorduk. 
Her sene, yurdun dört bir köşesinde şenliklerle kutlanan final haftası dönemine iştirak eden değerli finalistlere başarılar dilemeden önce, onlara bir önerim olacak;

Eğer üniversite öğrencisiyseniz ve son sınıfta değilseniz, size “Oooh daha kaç senen var halledersin halledersin” dediklerinde, kulaklarınızı kapatıp koşarak uzaklaşın yanlarından.
Mantıklı olan bu.

Yani...sanırım.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder