Güya dinlenmek
için var olan hafta sonları, bence haftalık zaman diliminin, depresyon
kontenjanını temsil ediyor. İnsanların bolca uyuyacağı, kendine ayıracağı çabuk
geçmeyeninden 2 günü olmaz mı yaa.
Hafta sonu
kardeşlerin hastalanmaması, eve misafir gelmemesi, annenin en sıkıcı işleri
buyurmaması, babanın garip sesler eşliğinde evin bir yerlerinde tamir işlerini
yapmaması ve geç kalktığın için (doğal olarak) günün bu kadar kısa sürmemesi
gerekirdi. Bir dakika bir dakika ya. Geç falan kalkmadım ki ben.
Dokuzu on geçe,
rüyalarımın en tatlı anlarında ve 10'a
kalan o son elli dakika, bütün gün için depolayacağım, bu yazıları
yazmak için en önemli uyuma zaman dilimi olacakken..Yine annemin yüksek
desibellerde ve farklı tonlarda özel tasarlanmış cümleleriyle uyandım. Bir de
tepeme dikilip sen hala kalkmadın mı diye sorup birkaç saniye bekleyip cevap
almak isteyişine ne demeli? Bilmeli ki bütün bedensel ve ruhsal işleyişim gibi,
ses tellerimin doğru çalışması da, o son elli dakikalık uykuya bağlıdır!,
Neyse annem
gelip avazı çıktığı kadar bağırıp benden tepki alamayınca geri gidiyor, iki üç
dakika içinde sessizlik sağlanıyor. Uyumaya çalışıyorum. Saat dokuzu yirmibeş
geçiyor.
Halbuki sabah
ansızın uyanmanın iki çeşidi vardır. Zararsız bir durumla geçici olarak
uyanırsın. Yanlışlıkla kurduğun saat çalar, odada bir şey düşer, vesaire. Bir
dakika sonra yine uykuya dalarsın. İkinci çeşit uyanma ise 'gerginlik yaratan
uyanma'dır. Seni uyandıran şey, dışarda zamansız başlayan tadilat, annenin
odanın kapısını hunharca açıp tam göz bebeğini taciz edecek şekilde düşen güneş
ışığını ayarlarcasına perdeyi açması insanı sinirlendirir ve sinirli bir insan
bir daha asla dalamaz! Dışarda gürültüye sebebiyet veren insanlara söylenirsin,
ustabaşına, sabahın bu saatinde bir pazar günü kuralları muhtemelen hiiiç
takmayan, ağzında sigarasıyla sabahın köründe duvarları kırmaya başlayan
ameleye, haftanın 6 günü kabus gibi uyandırırken pazar günü ultra kabus gibi
tepene çöken anneye, herkese söylenirsin. Saat dokuz otuz beş. Söylene söylene
dalarsın. Bu defa seni uyandıran bütün bunları düşünürken zaten uykunun çoktan
kaçmış oluşudur.
Aniden, sabah
sabah, o kafayla aydınlanıyorum ve cennet vatanımızda niye bir sürü şeyin
yanlış gittiğini çözüyorum. Kimse kurallara uymuyor, uyulmayan kurallar
olduğunda mutlaka bundan zarar gören insanlar oluyor ve bütün bunlar zurnanın
tam zırt dediği yerde oluyor, bir pazar uykusu sırasında.Yeni teorilerime çözüm
önerileri de ekleyerek devletin yüksek makamlarına sunmak boynumun borcudur
artık.
Peki artık
camdan girmeyen gün ışığı ve henüz öğle vaktinde karanlık olan evin içine
bakarak, sonbaharın gelmiş oluşunun farkına varmam neden gerekli? Hafta içi
ordan oraya koştururken ben hiç farkına varamadan gelseydi ya sonbahar
.Sonbahara üye evlat muamelesi yapmıyorum tabi ama, penceremin şöyle bir dünyaya
açılması hoş olmaz mıydı?
Öyle bir dünya
yok mu?
Efenim?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder