Hayatım boyunca
her yeniliğin takipçisi olunması gerektiğinden yana olan ben, teknoloji
manyaklığına ayak uyduramıyorum. Çünkü şu aileden gelen kahrolası damarım ve
" İşini görüyorsa yenisini alma " politikam yüzünden hep teknolojinin
gerisinde kalıyorum.
Telefonumun
eceliyle ölmesini bekliyorum mesela.
Ya da türünün
ilk örneği, hafızası düşük ve görüntüsü palavra fotoğraf makinem halen işe
yarıyorsa, o makinenin sonraki modeli ve sonraki modeli ve en son modelini
almak için gayret sarf etmiyorum.
2008 di yanlış
hatırlamıyorsam, can çekişen telefonumu hala kurtarma hayaliyle telefoncuya
götürdüm.Telefoncu "Ne zamandır kullanıyordun" diye sordu,
-telefondan çıkan dumanların sebebini bulmaya çalışırken.- "Daha yeni
aldıydım" diye cevap verdim , "2004 müydü neydi?
Aileden gelen
bir alışkanlık ne yazık ki. Babamın doğuştan gelen yüksek tamir yeteneği, evde
ömrüm boyunca ondan başka tamirci görmememe, evin koca bir depo dolusu tamir
araç gereçleriyle tıka basa olmasına ve dolayısıyla aletlerin bozulmadan önce
atılması diye bir şeyin olamamasına yol açtı..Televizyonumuzun benimle yaşıt
olması babam için hiçbir şey ifade etmiyor mesela.
İşini görüyorsa
sorun yok.
3 yıl önce büyük
bir gürültüyle ruhunu teslim etmeseydi hala salonumuzun baş köşesinde yer
alıyor olacaktı çünkü.
Kullanmak için
önce kısa bir eğitim süreci geçirilmesi gereken yüksek teknolojiyle aramız pek
iyi değil yani. Ama an gelir, o ileri teknolojiye boyun eğmek zorundasındır.
Jetgiller gibi
direğin üstüne kondurulmuş bir evde yaşıyorsundur mesela ve işte o zaman benim
arabam uçmasa da olur demenin bir anlamı yoktur.
Dimi bir
zamanlar jetgiller vardı. Her aklıma geldiğinde acaba öyle bir devir
görecekmiyim diye iç geçirir, tüh ya keşke biraz daha geç doğsaydım derdim
ardından.
Çizgi filmin
başında "dı cetsıns...lüughp dıtı dıtı dıt dıt...." diye müzik
girerken dünya uzaktan gösterilirdi ve iki boyutlu çizilen dünya profilinin
sadece amerika kıtası görünürdü, niyeyse.
Bu çizgi filmle
büyüyen her çocuk supersonik teknolojik aletlerle tanışacağı zamanın hayalini
kurardı mutlaka. Nasıl hayal kurmasın;
İnsani
vakumlayan bir asansor vardi; hastasıydik ailecek. Zink diye çıkıverirdi
karakterler üst kata. Sabah kalkıp bir bant üzerine geçerdi george, içinden
geçtiği koridor boyunca duşunu alıp - daha doğrusu robotik eller onu yakalayip
- disini fircalar, üzeri giydirilip parfümü sıkıldıktan sonra direk kahvalti
masasina oturtulurdu. Kahvaltiyi da juke box umsu makineden seçer ve tabii
saniyesinde kahvaltısı önüne düşerdi. Karisi da kuafore gidip kafasini makinaya
soktuğunda, her saniye farkli saç renkleri ve sekillerine sahip olurdu. Hatta
binlerce model sonrasi yine kendi saçını en çok beğenip öyle çıkarmıştı
kafasını o garip aletten. Asırlar önceki yaşam ile asırlar sonraki yaşam
arasında değişmeyecek tek şey, tipik kadın modelidir, bunu da böyle bilin.
Bir de dikkatimi
çekmişti, onca teknolojiye rağmen televizyonlarında anten vardı mesela bu
ailenin.
Uçuyosun sen be
ne anteni.
Ancaak, 50-100
yıl sonrasında tüketilebilen kaynaklar bittiğinde, yeterli ağaç da bulunamayacağı
için dijital ortama tam giriş yapacağımız kesin, sunumlar olsun maketler olsun,
üç boyutlu diğer görseller olsun hepsi dijital bir şekilde sunulacak, 3 boyutlu
dijital görüntüler elde edilecek, hatta dijital yaşam ve teknoloji öyle
ilerleyecek ki, jetgillerdeki gibi bir hayatım olacak belki de bıdı bıdı, vıdı
vıdı.
Sonra buradan
yavaş yavaş potansiyel saç modeli tasarımlarımız ve giysilerimizin hayalini
kurmaya başlayacağız, biz kızlar.
Hani o judynin
saçını içine soktuğu saçlarını desen desen yapan garip alet var ya. Ondan bir
tane de ben alabilir miyim peki? Edinmek istiyorum ben.
Ha, sonuçta ne
kadar teknoloji özürlü olursak olalım bir gün hepimiz o garip aletlere
gereksinim duyacağız yani, o ayrı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder