15 Aralık 2012 Cumartesi

iki ters bir düz.


Merhaba.

Sırf bugün şahane şeyler yaptım diye keyifli yazılar yazmak oldukça hoşuma gidiyor, olmasaydı sırf bir şeyler yazabilmek için şahane şeyler yapardım.
Zira 2 farklı renkteki yünlü ipimi ve şişimi elimde aldığımda, gerçekten aklımda sadece 'bir şeyler örmek' vardı.
Öyle ki, bunu yapabilmem için düşünmeme bile gerek yoktu.
Çünkü soğuk bir haftasonu kalorifer peteğinin yanındaki geniş minderli alçak koltuğa kurulduğumda yapacağım ilk şey, müziği orta volume da açıp, ören bayan konumuna gelmek.

Bir şeyler örebilme lüksü, vazgeçmesi en güç lüksler arasında. Galiba ekmeğin köşesi lüksüyle, domatesin tam ortasındaki plazma kısmını yeme lüksünün arasında bir yerlerde, bundan emin değilim ama sonuçta bir parçacığın konumunu da hala tam olarak bilemeyiz değil mi ama.
İşin şahane kısmına dönecek olursak, her zamanki gibi koltuğuma gömülüp müzik eşliğinde birşeyler örmüş olmam değildi bana bunları yazdıran,
Muhtemelen 6-7 gün içerisinde aynı tempoda ördüğüm sürece bitecek gibi duran atkıyı, 32 yaşında bir çocuğun sohbetine nazır örmüş oluşumdu.

10 yıl önce, işi gücü bırakıp doğa fotoğrafçısı olacağım ben demiş yeni yan komşumuz Berna hanım. Biriktirdiği ne varsa koymuş cebine ve düşmüş yollara. Manhattan’dan Kanada’ya; sonra İrlanda’dan Fransa’ya, Fransa’dan Almanya’ya, Arnavutluğa, Yunanistan’a ve İstanbul’a uzanan bir yolculuğun hikayesini anlattı bana.

Dinlerken kıskandığımı fark ettim. Hasetimden çatlamadım tabi, ama kıskandım, çünkü biliyorum ki ben hiçbir zaman sahip olduğum her şeyi bırakıp bir sırt çantası ve düşlerimle, başka memleketlerde aylarımı yıllarımı geçiremeyeceğimi düşünürüm. Fakat 20 yaşında bir genç kız, tüm geçmişini sırt çantasına doldurup, makinasının kadrajına dünyayı sığdırmak gibi hayallerle düşüyorsa yollara, ben bu yaşıma gelene kadar neleri atladım acaba diye düşünürüm.
Durum inanılmaz ve oldukça vahimdi dostlarım.
32 yaşındaki o cesur kadın benim yaşımdayken sırt çantası ve fotoğraf makinasıyla neler yaptığını anlatırken 22 yaşındaki ben, karşısında atkı örüyordum.
Bir gariplik vardı.

Şu ana dek çok şey yapmış olmanın verdiği haz, başkasının sizden daha çok şey yaptığını öğrendiğinizde değil, hayallerine en çok yaklaşanı ya da en çok hayalini gerçekleştireni gördüğünüzde son buluyor.
Şu ana kadar bal böceği için ne kadar şahane işler başarmış olmamın hiçbir önemi yok, bal böceği, hayallerine teğet geçtiğim veya hayallerinin üzerinden geçtiğim sürece daha mutlu olcak.
Aslında sorun, herşeyi yapmak yeterince mümkünken bile saçma salak dış engellerle ve kırık dökük cesaretimizle boğuşup kafamızı sürekli toprağa gömmemiz. 
Böyle zamanlarda evren ağlayamıyor. 
Bir yerlerde sürekli birileri “Olması gerekiyorsa, olur..” veya “Hayırlısı..” diyerek, evrenin yüzünün ortasına çok fena bir yumruk indiriyor. 
Evren ağlayamayınca, kuru ayaz oluyor galiba. 
Hipotezimi tam olarak sağlamlaştırmadım henüz, ama genel hatlarıyla böyle. 
Harekete geçmeyip, içerde bir yerde kurulan hayallerin gerçekleştirilmesiyle ilgili bir şeyler yapmayan çocuklarımıza sesleniyorum, çok yüksek ihtimal gerçekten çok güzel bir şeyleri kaçırıyorsunuz. Evrenin ayazını kurutmayın. Ne olur.
Sonra çok soğuk oluyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder