Sen de tüm
ölümlüler gibi, hayatı karmaşık hale getiren pek çok şeyi anlayamıyor ve
çözemiyordun.
Aklın almıyordu
mesela anılarının bu kadar kalıcı olmasını. İnsan yaşlandığında, anılarından
başka bir şey kalmıyorsa elinde eğer, yüksek bir yerden düştüğünde seni
kurtaran branda görevi görüyorsa, yüzünde çizgiler oluştuğunda brandayı reddedip yere çakılarak iç kanamadan
ölecektin. Hiç kanamadan ölmekten iyidir. Tabii canım, en azından bir kez
kanamalı insan şu hayatta. Kanın renginin kırmızı olduğunu aksiyon filmlerinden
öğrenmemeli mesela.
Apar topar
sevmenin yanlış olduğunu düşünüyordun ama yavaşça sevmenin de asla bu kadar iyi
hissettirmediğini hep bildin. Anlayamadığın şey “iyi hissetme” nin her zaman
iyi olmayabileceğiydi. Hisler de insanlar gibiydi, hisler insanlardan daha
karaktersizdi hatta. Hisler boşluklarımızdan içimize dolarlardı önce, sonra
eğilir, bükülür, değişiverirdik biz de. Hisler, hep aynı yerde çıkan sivilceler
gibiydi, biri bittiğinde bile bir sonrakine kadar izini taşıyordu insan. Daha
fazla dolacak boşluk bulamadıklarında, akıllarına esince, süzülerek çıkarlardı.
Hisler çıkıp gittikten
sonra bile, bir zamanlar sarılıp uyudukların yüzünden, sana kollarıyla
yaklaşmaya niyetli herkesten zarifçe sıyrıldın, çünkü işin içine kollar
girmişti. Kollar önemliydi. Bir kez kollardan bahsettin mi durmak olmazdı.
Kollarınla sardıkların denizler gibiydi. Fazla sıkı sardın, çok derinlere
battın.
Otobüste olmak,
araba alabilecek zenginlikte olmayan insanların araba sahiplerine yukardan
bakabilecekleri yegane yerdi mesela. Dikiz aynasında rujunu tazeleyen kadınları
hatırladın. Hayatın cam kenarı varsa eğer, bu bayanların orada oturduğu
kesindi.
Sonraki
dakikalarda, önce ehliyet sonra araba hayal ederken yakaladığında kendini,
hayallerini bile kurallı biçimde kuracak kadar zavallı olduğunu fark ettin.
Asla ait
olamayacağın ve ait olmak istemediğin
her şeyi bir bir kesip attın. Bir türlü silemediğin anılarını, kanamaktan
korkan yerlerini, hissizliğini, bir daha işe yaramayacağını düşündüğün
kollarını, gerçek olmaktan çok kurulmaya devam eden hayallerini..
Sonra hepsini
tek tek kesmekten sıkılıp sonunda kalbini de koparttın.
Kesip atmak, üst
geçite kadar yürümeye üşenip çimenlere basarak karşıdan karşıya geçmek kadar
düşünmeden ve kolayca yapılan bir eylemdi işte. Kamera seninle birlikte hareket
etmiyorsa eğer, sen gittiğinde, ayaklar altında ezilmiş çimler kalıyordu
ekranda.
Kesip
koparttığında kendini yenileyen organın karaciğerindi; kalbin değil. Bu yüzden,
biraz daha dikkatli incit. O parçalar hiçbir zaman yerine gelmeyecek arkadaşım.
Acımayacak
yerlerinden kopart kendini.
Bu yorum bir blog yöneticisi tarafından silindi.
YanıtlaSil