15 Mayıs 2013 Çarşamba

Acılı yazı


Sen de tüm ölümlüler gibi, hayatı karmaşık hale getiren pek çok şeyi anlayamıyor ve çözemiyordun.

Aklın almıyordu mesela anılarının bu kadar kalıcı olmasını. İnsan yaşlandığında, anılarından başka bir şey kalmıyorsa elinde eğer, yüksek bir yerden düştüğünde seni kurtaran branda görevi görüyorsa, yüzünde çizgiler oluştuğunda  brandayı reddedip yere çakılarak iç kanamadan ölecektin. Hiç kanamadan ölmekten iyidir. Tabii canım, en azından bir kez kanamalı insan şu hayatta. Kanın renginin kırmızı olduğunu aksiyon filmlerinden öğrenmemeli mesela.

Apar topar sevmenin yanlış olduğunu düşünüyordun ama yavaşça sevmenin de asla bu kadar iyi hissettirmediğini hep bildin. Anlayamadığın şey “iyi hissetme” nin her zaman iyi olmayabileceğiydi. Hisler de insanlar gibiydi, hisler insanlardan daha karaktersizdi hatta. Hisler boşluklarımızdan içimize dolarlardı önce, sonra eğilir, bükülür, değişiverirdik biz de. Hisler, hep aynı yerde çıkan sivilceler gibiydi, biri bittiğinde bile bir sonrakine kadar izini taşıyordu insan. Daha fazla dolacak boşluk bulamadıklarında, akıllarına esince, süzülerek çıkarlardı.

Hisler çıkıp gittikten sonra bile, bir zamanlar sarılıp uyudukların yüzünden, sana kollarıyla yaklaşmaya niyetli herkesten zarifçe sıyrıldın, çünkü işin içine kollar girmişti. Kollar önemliydi. Bir kez kollardan bahsettin mi durmak olmazdı. Kollarınla sardıkların denizler gibiydi. Fazla sıkı sardın, çok derinlere battın.

Otobüste olmak, araba alabilecek zenginlikte olmayan insanların araba sahiplerine yukardan bakabilecekleri yegane yerdi mesela. Dikiz aynasında rujunu tazeleyen kadınları hatırladın. Hayatın cam kenarı varsa eğer, bu bayanların orada oturduğu kesindi.
Sonraki dakikalarda, önce ehliyet sonra araba hayal ederken yakaladığında kendini, hayallerini bile kurallı biçimde kuracak kadar zavallı olduğunu fark ettin.

Asla ait olamayacağın ve  ait olmak istemediğin her şeyi bir bir kesip attın. Bir türlü silemediğin anılarını, kanamaktan korkan yerlerini, hissizliğini, bir daha işe yaramayacağını düşündüğün kollarını, gerçek olmaktan çok kurulmaya devam eden hayallerini..

Sonra hepsini tek tek kesmekten sıkılıp sonunda kalbini de koparttın.

Kesip atmak, üst geçite kadar yürümeye üşenip çimenlere basarak karşıdan karşıya geçmek kadar düşünmeden ve kolayca yapılan bir eylemdi işte. Kamera seninle birlikte hareket etmiyorsa eğer, sen gittiğinde, ayaklar altında ezilmiş çimler kalıyordu ekranda.

Kesip koparttığında kendini yenileyen organın karaciğerindi; kalbin değil. Bu yüzden, biraz daha dikkatli incit. O parçalar hiçbir zaman yerine gelmeyecek arkadaşım.

Acımayacak yerlerinden kopart kendini.

1 yorum: